Bir benzerinin 1931 yılında da bir kanun maddesi ile çıkarıldığını söyledi.

Şahin, 696 sayılı KHK ile 8 Kasım 2016’da çıkarılan maddede "darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında hareket edenlere resmi bir sıfat taşıyıp taşımadıklarına bakılmaksızın cezai sorumsuzluk" getirildiğini hatırlattı. 

“KHK’da sivilleri de kapsayan bir düzenleme yapıldı”

Son yayınlanan KHK ile ise 37. maddeye bir 'fıkra' ekleyerek "Resmi bir sıfat taşıyıp taşımadıklarına veya resmi bir görevi yerine getirip getirmediklerine bakılmaksızın 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında hareket eden kişiler hakkında da birinci fıkra hükümleri uygulanır." ifadelerinin eklendiğini dile getiren Şahin, bunun bazı kesimlerden tepki aldığını belirtti.

15 Temmuzda dünyada hiç örneğine rastlanılmamış bir darbe girişi yaşandığını ve yine dünyada hiç eşine rastlanılmamış bir şekilde engellendiğini ifade eden Şahin, darbeye karşı çıkanların ve yine darbe girişimi yapan hainler tarafından öldürülenlerin de büyük bir bölümünün sivil vatandaşlar olduğunu aktardı. Şahin, son yayınlanan KHK’da tartışma konusu olan ek maddenin ilk yayınlanan KHK’daki madde ile aynı şartları taşıdığını, sadece darbe sırasında canını, malını ortaya koyan, hainler tarafından yakını, babası, kardeşi şehit edilen sivilleri de içine alan bir düzenleme olduğunu belirterek, şunları kaydetti:

“Darbe dış unsurlarla bastırılmıştı”

“Devleti yargısıyla polisiyle ve askeriyle ele geçirmiş bir yapının darbe girişimi tabii olarak bunların dışındaki unsurlar tarafından bastırıldı. Yapının henüz eline geçmemiş polisi, Devleti'ne milletine sadakate devam eden polisi, askeri içinde bunlara uyumamakta direnen, yani bunların emir komutasını kabul etmeyen askerleri ve daha çok da sivil ve darbe karşıtı resmi kurum çalışanlarının müdahalesi ile bastırıldı. Normalde kolluk yetkisi olmayan, yani asayişi sağlamak görevi bulunmayan belediyelerimiz iş makineleriyle, çöp kamyonları ile müdahale ettiler. Askeri araçlarını sevkiyatını engellediler. Pistlere girip iş makineleriyle kazarak uçakların kalkmasın engellediler. A-tipik bir darbeye, A-tipik bir direniş geldi. Dolayısıyla standart dışı bir tepkiyle ve direnişle bu darbe engellendi.  Devlet bu direniş ve engellemede rolü olan idari personelin ileride Cezai ve hukukî yaptırımlara maruz kalmaması için bir yasa çıkardı.

“TCK’nın 25. Maddesinde işte meşru müdafaa hakkı var”

“Son KHK’da yapılan düzenleme de bu maddeye sivillerin de dahil edilmesidir” diyerek sözlerini sürdüren Baro Başkanı Turgay Şahin; “ Zaten Türk Ceza Kanunun 25. Maddesindeki işte meşru müdafaa hakkı var. Hükümleri bunu kapsıyor zaten. Bu suç değil ki, yani bir ceza getirilemez. Ceza getirilmesine gerek yoktur. 1931 yılında Gazi Mustafa Kemal Atatürk daha hayatta iken Ağrı, Zilan, Erçiş bölgesinde yaşanan bir isyanı bastırmak için yine halk müdahale ediyor. Ve o zamanda bir kanun çıkarılıyor. Halkın devletin askeri ve bekçisi ile yaptığı müdahaleler suç olmaktan çıkarılmıştır. Ama o gün yapılanlar kanun maddesi ile yapılmıştı. 1850 sayılı kanun maddesi. Hukuk devleti son derece önemli. Ama devletin güvenliği bekası da hukuk devletinin aslında bir parçası. Devlet kurumlarıyla ayakta kalmalı ki, hukuk uygulanabilsin. Bizim güvenliğimiz, asayişimiz sağlanabilsin. Devletin çökmesi durumunda hukukun da uygulanmayacağı, ortadan kalkacağı bilinmelidir” ifadelerini kullandı.